28 Haziran 2013 Cuma

Tatlısu'dan herkese günaydıııııııııın!
Cuma akşamüzeri başlayan oldukça trafikli ve uzun bir yolculuğun sonunda işte bir defa daha Tatlısu’dayız. Çocukluğumun bütün tatilleri Marmara Adasında geçtiğinden midir bilmem Marmara Denizini, iklimini ve bitki örtüsünü şimdiye dek gördüğüm her yere tercih ederim. Sıcaktır ama bunaltmaz; eser ama uçurmaz; denizi ferah, insanları samimi ve naiftir. Gerçi Türkiyemin her köşesi birbirinden güzel, tüm insanları temiz ve dost canlısıdır, ama yine de ben buraları bir başka severim.
Sabah güneş doğarken ortalığı tatlı bir serinlik kaplar. Henüz gözlerinizi açmada uzaktan uzağa balıkçı teknelerinin pata pata pata seslerini duyar, bu akşam balık yiyelim, diye düşünürsünüz. Buralarda balık bol ve çeşitlidir çünkü. Hatta benim gibi 70’li yılların sonlarını dahi hatırlayan şanslı kuşaktansanız, balığın yanında karidese de doyulan o mükellef yaz sofralarını yaşamışsınız demektir. Çocukluğumda Marmara Adasında öyle çok karides çıkardı ki annem o güzellikleri haşladıktan sonra yarısını ayıklarken yer, diğer yarısıyla da karidesli pilav ve karides salatası yapardık. Elbette midye tava ve midye dolması da o yılların Marmara’sında bol bol bulunurdu.
Balık deyince yoldan çıktım :) Ne diyordum? Evet, henüz gözlerinizi açıp balıkçı motorlarını duyarsınız; üstelik gece iyi uyuduğunuz için muhtemelen zaten uykunuzu almışsınızdır. Kalkar kahvaltınızı hazırlarsınız. Marmara’nın her köyünde şirin mi şirin bir ekmek fırını bulup köy ekmeğinizi tedarik edebilirsiniz. Üzerinde unuyla, sıcacık ekmeğinizi bir gazete kâğıdına koyup kucağınıza alır, evin yolunu tutarsınız. Yolda köylünün bahçesinden toplayıp getirdiği taze domateslerden, küçücük yeşil biberlerden, kıtır kıtır salatalıklardan alır; sofranızı neşelendirirsiniz.
Marmara’nın zeytini boldur. Ben, yetiştiricinin kendisi için ürettiği ve küçük cam şişelerde sattığı rengi yeşile çalan zeytinyağını çok severim. Tadı, alışık olmayan için başlangıçta biraz zorludur. Ama zamanla o keskin kokuya alışır, hatta onu arar olursunuz. Bir de üzerine kırmızı biber ile Marmara Adasının dağlarında yetişen, adalılar tarafından toplanıp kurutulan o güzelim kekiğinden ektiyseniz... yeme de yanında yat!
Benim çocukluğum reçel ve bal yönünden de zengin geçmişti. Annem, halam ve anneannem çok güzel reçel yaparlardı. Yazın Marmara Adasına gittik mi, hemen kayısılar, vişneler, çilekler kaynatılırdı. Bütün bu güzelliklere bir de köy yumurtasını eklerseniz, artık bu yazıyı sonlandırıp mutfağa  koşmanın zamanı gelmiştir.
Resimler mi? Onlar bir dahaki ‘post’ta…

Neşeyle kalınız!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder